Lizbon'a Gece Treni, Pascal Mercier

İçimizde olanın ancak küçük bir kısmını yaşayabiliyorsak - gerisine ne oluyor? s. 25 

Oysa kendi ruhlarındaki hareketleri dikkatle izlemeyenler mutlaka mutsuz olurlar. s. 36

Kelimelerin bir etkisinin olması, bir insanı harekete geçirmesi, durdurması, güldürüp ağlatması: Daha çocukken bile bir muamma gibi gelirdi bu ona ve bundan etkilenmekten hiç geri kalmamıştı. s. 47

Okuyan insanlar vardı, bir de ötekiler. Birinin okuyan mı okumayan mı olduğu hemen anlaşılıyordu. İnsanlar arasında bundan daha büyük bir fark yoktu. s. 134

Hayatımızın gerçek yönetmeni rastlantıdır –gaddar, acımasız ve büyüleyici bir cazibesi olan bir yönetmen. s. 153

Hayâl kırıklığının kötü olduğu söylenir. Düşüncesizce varılmış bir önyargı. Hayâl kırıklığı yoluyla değilse hangi yolla keşfedebiliriz neler beklemiş, neler ummuş olduğumuzu? Bu keşifte değilse nerede yatar insanın kendini tanıması?

Hayal kırıklığı olmazsa insan kendisi hakkında aydınlığa kavuşur mu? Hayal kırıklıklarına, onlar olmasaydı hayatımız daha iyi olurdu diyerek, içimizi çekerek katlanmamalıyız. Onları biriktirmeli, bulmalı, toplamalıyız. (...) Kim olduğunu gerçekten öğrenmek isteyen biri, hayâl kırıklıklarını durup dinlenmeden, tutkuyla biriktirmelidir ve hayâl kırıklığı doğuran deneyimleri biriktirmek bir hastalık gibi olmalıdır, hayatının her şeyi belirleyen hastalığı; çünkü öyle olursa, hayâl kırıklığının yakıcı, zararlı bir zehir olmadığını, bizi oluşturan gerçek çizgiler konusunda gözlerimizi açan serin, yatıştırıcı bir merhem olduğunu apaçık görebilir. Sadece başkalarını ya da durumu ilgilendiren hayâl kırıklıklarıyla ilgilenmemelidir kişi. İnsan, hayâl kırıklığının, kendini kendisine götüren bir elkitabı olduğunu keşfederse, yaşadığı hayâl kırıklıklarını öğrenmeyi arzular: Cesaret eksikliği ve yetersiz samimiyet gibi, ya da insanın kendi duygularına, eylemlerine ve sözlerine çektiği korkunç derecede dar sınırlar gibi. Öyleyse kendimizden ne bekledik, ne umduk? Sınırlarımız olmadığını mı ya da olduğumuzdan bambaşka kişiler olduğumuzu mu? Beklentilerini azaltırsa daha hakiki olacağını, büzülüp sert, güvenilir bir çekirdek haline geleceğini ve böylece hayal kırıklığının vereceği acıya karşı şerbetli olacağını umut edenler olabilir. Ama kollarını kendisine uzatan, arsızlık eden her beklentiyi kendine yasaklayan bir hayat yaşamak nasıl bir şey olurdu, yalnızca, otobüs gelse türünden değersiz beklentilerle dolu bir hayat? s. 211

Ana-babaların çocuklarında yanık izi gibi asla silinmeyecek izler bıraktıkları, planlanmamış ve bilinmedik, ama yine de kaçınılmaz ve karşı konulmaz şiddeti düşünmek bile ürpertiyor beni. Ana babaların arzularının ve korkularının şekilleri, yakıcı bir kalemle, güçsüz ve başlarına ne geldiğini hiç bilmeyen küçüklerin ruhlarına kazınır. Ruhlara dağlanmış o metni bulmak ve ne yazıldığını sökmek için bir ömür harcarız, onu anladığımıza da asla emin olamayız. s. 254

Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum: Onunla vedalaşmayı. İnsan kendi hayatına hiç kimsenin yapmadığı kadar damga vurmuş olan biriyle nasıl vedalaşır? s. 320

Onun tutkusunun onursuz bir yanı yoktu, ihtirasının da; ihtirasın kendinde onursuzluk yoktur. s. 386




Bu blogdaki popüler yayınlar

Kinyas ve Kayra II, Hakan Günday

Yaşamak, Yu Hua

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali