Milena’ya Mektuplar, Franz Kafka

"Sözleri ve istekleri yetişkinlerin bilgisiyle doldurulsa, çocuklar korkunç olurlardı." (s.25)

"Hayatınız için koyduğunuz kurala inanma eğilimi gösterilebilir. Kuralınıza inanıyorum; yalnızca onun bu kadar net, amansız ve belirleyici bir biçimde, ilelebet hayatınızın üzerinde kalacağına inanmıyorum. Sizinki bir anlayış, ama sadece yol üzerinde varılmış bir anlayış ve o yol sonsuzdur." (s.28)

"Sevgili Bayan Milena, gün o kadar kısa ki, sizinle ve bir kaç ufak tefek işle geçip sona eriveriyor. Gerçek Milena'ya yazacak biraz bile zaman yok, çünkü daha da gerçek olanı bütün gün buradaydı; odada, balkonda, bulutlarda..." (s.30)

"Hayatın iki saati, iki sayfa yazıdan iyidir demeyin; yazı daha yoksul ama daha açıktır." (s.52)

"Üçüncü bir yolda ilerlemek istiyorum. Sana ya da ona değil, yalnızlığa çıkan yolda..." (s.58)

"Milena... Ne zengin, ne ağır bir isim bu. O kadar ağır ki taşıması imkansız. Yalnızca 'i' deki vurgu kulağa kötü geliyor, ismin zıplayarak kaçıp gitmiyor mu elinden? Yoksa acaba bu sadece, kendi ağırlığının mutluluğuyla senin zıplayışın mı?" (s.61)

"Sevgilim, yeryüzünü kaplayan bir ateş sütunu. Şimdi de beni sarıyor. Ama sardıklarını değil, görenleri peşinden sürüklüyor." (s.67)

"Hayatının tamamen kendi kontrolünde olmasını çok önemseyen insanlar için aslında pek o kadar da kolay değildir, kişinin gözlerinin mikroskoba dönüşmesi ve bu bir kez olduktan sonra, artık ne yapacağını bilememesi riski çok büyüktür." (s.69)

"Uykuya da korkuya daldığım gibi dalsaydım, şu an yaşıyor olmazdım." (s.73)

"Dünyada benim ihtiyaç duyduğum kadar sabır var mı Milena?" (s.77)

"Eğer mutluluktan ölünüyorsa, bu benim başıma gelmeli. Ve eğer ölüme yazgılı bir mutluluk sayesinde hayatta kalınıyorsa, o zaman hayatta kalacağım." (s.85)

"Dünya üzerinde var olan bütün zamanları, senin için kullanmak istiyorum." (s.87)

"Nedense artık sana hiçbir şey yazamıyorum; yalnızca bizi, kalabalık dünyanın ortasında bizi, yalnızca bizi ilgilendiren konular hariç. Yabancı olan her şey, yabancı kalıyor. Haksızlık bu! Haksızlık! Ama dilim dönmüyor ve yüzüm koynuna yaslanmış." (s.88)

"Ya dünya çok küçük ya da biz çok büyüğüz, ne olursa olsun onu tamamen dolduruyoruz. Kimi kıskanacağım ki?" (s.88)

"Yine de aslında sevdiğim sadece sen değilsin, daha fazlası; senin aracılığınla bana hediye edilen varlığım." (s.99)

"Hayır, gerçekten o kadar kötü değildi. Hem, biraz kötülük olmadan ruh herhangi bir yükten nasıl kurtulabilir ki?" (s.123)

"Suçlamalarımı geri alıyorum, zaten onlar suçlama değil, elimin tersiyle okşamalarımdı, çünkü çoktandır kıskançlığı tutmuştu elimin." (s.137)

"Kirliyim ben Milena, sonsuz kirli, o yüzden temizlik konusunda böylesine yaygara ediyorum. Hiç kimse cehennemin dibindekiler kadar temiz şarkı söyleyemez; meleklerin söylediğini sandığımız şarkı, aslında onlarınkidir." (s.192)

"İnsan kendi eksikliğine katlanmak zorundadır, her an için; oysa iki kişilik eksikliğe katlanmak zorunda değildir. Gözler, yuvalarından çıkarıp atmak için yok mudur, ve kalp de aynı şekilde. Yine de durum o kadar kötü değil, abartı ve yalan bu, her şey abartı, yalnızca özlem gerçek, o abartılamaz. Fakat özlemin gerçekliği bile o kadar da onun kendi gerçekliği sayılmaz; daha ziyade, geri kalan her şeyin yalan oluşunun ifadesidir. Kulağa saçma geliyor ama öyle. Belki en çok seni sevdiğimi söylediğimde de söz konusu olan gerçekten sevgi değil; sevgi, senin içimde çevirip durduğun bıçak olman..." (s.221)

"Mutluluk bir açıdan gerçek, huzur ise hiçbir şekilde değil. Söylenemez bu, çünkü ben hep korkutacağım, en çok da kendimi..." (s.223)

"Yeryüzü sağa dönerse, benim geçmişi telafi etmem için sola dönmem gerekiyor. Ama şimdi bütün bu yükümlülükleri yerine getirecek bir gıdım gücüm yok, dünyayı omuzlarımda taşıyamam, paltomu bile taşıyamıyorum." (s.245)

"Susmak, yaşamanın tek yolu; burada da, orada da. Kederle, olsun ne çıkar? Uykuyu daha çocuksu ve derin kılar bu. Ama acı, uykunun ve gündüzün içinden geçen bir sabandır, dayanılacak şey değildir bu." (s.251)

"Mutsuz evlilikler yok, yetersiz evlilikler var ve yetersiz olmalarının sebebi, onları yetersiz insanların yapmış olması, gelişme çağında takılıp kalmış insanlar, hasattan önce tarladan sökülüp atılması gereken insanlar..." (s.259)


Milena Jesenska
"Bana öyle geliyor ki, iki insan birbiriyle, birlikte mutlu olmak istediği için evlendiği an da, işte tam da o an da, kendini mutlu olma ihtimalinden mahrum bırakmış, bu ihtimalin önüne geçmiş olur. Mutlu olmak için evlenmek, tıpkı iki milyon için, bir araba için ya da baronluk için evlenmek kadar kar amaçlıdır ve o iki milyon , araba ya da baronluk gibi mutluluk da mutlu olmaya yetmez. bu dünyada cezasız kalmayacak bir şey varsa, o da manevi konularda yapılan hesap kitaplardır.

İki insanın birbiriyle evlenmesinin tek bir mantıklı sebebi vardır; o da, onlar için birbiriyle evlenmemenin imkansız olmasıdır. Birbirleri olmadan yaşayamamalarıdır.

İki insan birlikte yaşamak için evlenir. Olağanüstü güzel, sıradışı bir hediye olan bu imkana neden bir de mutluluğun eklenmesi gerekiyor ki? İnsanlar neden hiçbir zaman yaldızsız, gerçek boyutlarla yetinmiyorlar da allı pullu yalanları tercih ediyorlar? Neden birbirlerine kendilerinin ve üstelik dünyanın, doğanın, gökyüzünün, kaderin ve hayatın da tutamayacağı, hiçbir zaman, hiçbir yerde kimsenin yerine getiremeyeceği sözler veriyorlar?

Bir insanı tanımak inanılmaz zor bir iştir. Bir insanı ilk olarak baş başa bir sohbetin ilk yarım saatinde ve ikinci kez, ancak on yıl birlikte yaşadıktan sonra tanıyabileceğimizi söylersem, sanırım abartmış olmam. Ayrıca şuna inanıyorum ki, iki insanın kim olduklarını ve kiminle evlendiklerini düğünden önce sezebilmeleri bile mümkün değildir. Birisi ötekinin bütün davranışlarını, bütün fikirlerini, tutkularını, kanaatlerini, inançlarını bilse bile, çorapları, uykuda çapaklanmış gözleri, her sabah diş fırçalarken ağzını çalkalayış şekli ve özellikle garsona bahşiş verişi hakkında henüz hiçbir fikri yoktur - çünkü insan derinlerde aldatır ama yüzeyde onu tanıyabilirsin. Kısacası her bir evliliğin içinde binlerce hayal kırıklığı riski ve her türlü içsel çuvallama ihtimali saklıdır; ki bunlara karşı kullanılabilecek tek bir silah vardır: hepsini daha baştan üstlenmek.

Her insan, kendi içinde sınırları belli bir dünyadır. Aksine, bir insan ne kadar kendine has olursa, bütünselliğe o kadar yakındır. İmkanları, yetenekleri ne kadar azsa, bu imkan ve yetenekler o kadar derin ve esaslıdır. Ve eğer tek bir yeteneği varsa, en değerlisi de budur.

İnsanların yalnızca cinsel, erotik, maddi, sosyal ihtiyaç sebebiyle birlikte yaşadıklarına asla inanmam; insanlar, bir arkadaşları olsun diye birlikte yaşıyorlar. Onları ceza, intikam, fena düşünceler, adalet ve vicdan azabından koruyacak biri olsun diye. Yoksa siz gerçekten bir yuvanın başka bir şey olduğunu, insanı korumaktan, korumaktan ve yine korumaktan, dünyadan ve asıl kendi benliğinin içsel aynasından korumaktan başka bir görevi olduğunu mu sanıyordunuz?

Bir yerlerde, bir parçacık yeryüzünü gökyüzüne yakın bir yükseklikten göreceğiniz bir dağın tepesine çıkın. Hayatın önemine ve mutluluğun önemsizliğine inandığınızı kısa bir süre sonra fark edeceksiniz. Mutlulukmuş! Sanki mutluluk imkanı yalnız ve sadece bizim içimizde değilmiş gibi! Sanki mutlu olma yeteneği tıpkı şarkı söyleme, yazma, politika ya da ayakkabı yapma yeteneğine benzer özel bir kabiliyet değilmiş gibi!

Hayatı yaşamanın iki yolu var: Bir tanesi kaderinin sorumluluğunu üstlenmek, kendi kararlarını kendin vermek ve uygulamak, avantaj ve dezavantajları, mutluluk ve mutsuzluğu kabul etmek; cesurca, dürüstçe, pazarlık etmeden, yücegönüllülük ve tevazuyla. Diğeri ise; kaderini aramak: Ama insan onu ararken sadece gücünü, zamanını, hayallerini, doğru ve iyi anlamdaki körlüğünü, içgüdülerini değil, kendi değerlerini de kaybeder. Gittikçe yoksullaşır; yeni gelen daima önceden var olandan daha kötüdür.
Bir şey daha:Aramak için inanmak gerekir, inanmak içinse belki yaşamak için gerekenden daha fazla güç."



Bu blogdaki popüler yayınlar

Kinyas ve Kayra II, Hakan Günday

Yaşamak, Yu Hua

Uzun Hikâye, Mustafa Kutlu