Hikâyem Paramparça, Emrah Serbes
Konuşulmaması gereken şeyler vardır. Çocuklara ve ihtiyarlara anlatamazsın bunu. Hepsi doğal anarşist. S. 12
Sonra zaman geçti. Zaman hiçbir şeyi düzeltmez. Daha beter de etmez. Zamandan bağımsız şeyler bunlar. S. 12
"O zamanlar bir şeyleri reddetmeye ihtiyacım vardı ve sen tam bunun üstüne gelmiştin," dedi. "O kadar iyiydin ki o zaman. Annem sanki bu yüzden yedi ay daha yaşadı. Ne demek istediğimi anlıyor musun?" Anlıyordum. İki karışlık mesafede, birbirimizi görmeden uzanmıştık. Kaç kişi olduğumuzu bilemeden uzanmıştık o karanlıkta, yanımızdaki ölülerle beraber uzanmıştık. Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır: Yaşayanlar bir sigara yakar. S. 14
Şunu çok sık duydum. "Falanca yazarı çok seviyordum, ama son yaptıklarından sonra onu bir daha okumayı düşünmüyorum." Demek ki Dostoyevski’nin zamanında yaşasaydın, kumarbaz diye onu da okumayacaktın. Yazarların özel hayatını unutmak lazım. Yazarların söylediklerini fazla ciddiye almamak lazım. Edebiyat tarihi şahane şeyler yazmış berbat adamlarla dolu. S. 32
Kar taneleri birbirine benzemez. Sözcükler de benzemez. Ama bir cümle başka bir cümleyi hatırlatır her zaman. Koşan atlar, düşen atları hatırlatır. Yağmur yağar, durur, tekrar başlar. Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir oğlum. Spermden mezara kadar... Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan. Yalan mı söylüyorum yine, olsun. Sen biliyorsun nasılsa. Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı. S. 36
İnsan zamanı durdurmak istediği yere aittir. S. 40
"Neden olmaz," diye soruyorum. "Mutsuz oluruz," diyorsun. "Herkes mutlu olacak diye bir kural yok, biz de mutsuz olalım." S. 42
Senin varlığın bana yapılmış enteresan bir şaka sanki. Aslında ben hâlâ bu şakaya nasıl karşılık vermem gerektiğini arıyorum. S. 58
Belki de insanlar topluma karışmak için değil, topluma karşı iki kişilik bir savunma hattı kurmak için evleniyorlardır. Belki de çürümeyi paylaşmak için. Kim bilir?! Bir seferinde evlilik teklif etmiştim. Evet ya da hayır diye rutin bir cevap bekliyordum, ama başka bir soruyla karşılaşmıştım: "Neden?" Beraber çürümek yalnız çürümekten iyidir. Bunun içindi. S. 61
Çünkü bu dünyada sefaletin dibi yoktur, her zaman daha kötü durumda olan birileri bulunur. S. 65
"Felaketlerden zevk alan bir mizacın mı var?" diye sormuştum bir seferinde. "Gerçeklere tahammül edebilecek gücüm var," demişti. S. 79
... yalanlara inanmaya ihtiyacı varmış. Bütün çaresiz insanlar gibi... Bütün hasta yakınları gibi... Dağılan bir okul gibi... S. 81
İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın. S. 86
Her Türk asker doğar deniyor, yoklama kaçağı olarak doğanlar da var. S. 111
Ayşenur'un ablası ilgisizlikten öldü. Otuz altı yaşında. Bir sefer mutfakta tencere tava arasında ağlarken görmüştüm onu. Alakasız yerlerde ıstırap çekmek ıstırabı ikiye katlar. Bir mezar başında ağlamak çok daha makuldür, kimse neden diye sormaz. S. 124
Hiç kimse bıçakla kesilmiş gibi terk edemez dünyayı. Bir insanın tam manasıyla ölmesi için onu hatırlayan hiç kimsenin kalmaması gerekir. S. 124
Bir insan pencereyi açıp sokağa atlayabilir, ama hiç kimse pencereyi açıp "Bana acıyın," diye bağıramaz. Ayşenur'un ablası dördüncü kattan atladı, hastanede öldü bir hafta sonra. Onu hatırladıkça Görünmez Adam filmi geliyor aklıma. Görünmez bir kadın, görünmez bir duvara çarptı ve kimse bunu görmedi. S. 124
Galip, "Ben âşık oldum kardeşim," dedi.
"Farkındayım," dedim.
"İlk defa âşık oldum."
"Onu da biliyorum."
"Ne yapacağım."
"Hiçbir şey," dedim. "Oturup çorbanı içeceksin."
"Hayır," dedi. "Nuran Hemşire için ne yapabilirim?"
"Hiçbir şey yapamazsın. Belki şarkı sözlerine biraz daha dikkat edebilirsin bu aralar." S. 155
"Yapabileceğin tek şey var Galip," diye seslendim. "O da oturup sessizce acı çekmek. Bütün gerçek âşıklar gibi." S. 155
"İçimde hiç kimsenin kapatamayacağı bir boşluk var." S. 158
"Sen git konuş o zaman," dedi.
"Ben mi? Ben ne konuşacağım."
"Beni anlat."
"Galip ben seni nasıl anlatayım? Kendimi bile anlatamazken seni nasıl anlatayım?"
Bir hafta boyunca Galip'in ağzından, "Beni anlat," dışında bir cümle çıkmadı. "Tamam Galip," dedim. "Yarın akşam acil servise gidip Nuran Hemşire'ye seni anlatacağım." Çocuk gibi sevindi, kalkıp zeybek oynamaya başladı.
"Galip biz Egeli değiliz."
"Olsun. Seviyorum bu havayı."
Ertesi gün sürekli telefon açtı.
“Annemin öldüğünü anlatma, onun etkisi altında olduğum için kendisini sevdiğimi düşünmesin.”
“Tamam Galip.”
“Karanlıkta uyuyamadığım için gece lambasını açık bıraktığımı anlatma, beni ottan boktan korkan biri zannetmesin.”
“Tamam Galip.”
“İlk defa âşık olduğumu anlatma, beni bu konularda tecrübesiz biri zannetmesin.”
“Tamam Galip.”
“Geçen sene el frenini çekmeyi unutup Kartal’ı boklu dereye yuvarladığımızı anlatma. Malının kıymetini bilmeyen biri olduğumu düşünmesin.”
“Tamam Galip.”
“Babamın orospu çocuğu olduğunu anlatma. Onu bizzat ben anlatmak istiyorum.”
“Tamam Galip”.
Galip, kendisi hakkında anlatmamam gereken her şeyi anlattı.
“Galip o zaman seni nasıl anlatacağım?” diye sordum son arayışında.
“Sen anlatırsın,” dedi. “Kompozisyon yarışmasında il ikincisi olmuştun. Vakıfbank müdürünün kızını birinci yapmışlardı ama birinciliğin senin hakkın olduğunu herkes biliyordu.”
“Teşekkür ederim Galip de,” dedim. “Orta sondaydım o zaman, konu da trafik haftasıydı.”
“Sen anlatırsın kardeşim. Yalnız okul günlerimizi anlatma, o günleri ben bile unutmak istiyorum.”
“Tamam Galip.” S. 160-161
"Ne oldu Galip?" dedim. "Söyle, ne oldu?"
Galip gözlerini benden kaçırdı, hafif titreyen bir sesle, "Hep senin yüzünden kardeşim," dedi.
"Ne benim yüzümden?"
"Beni anlatamadın." S. 174