Ana içeriğe atla

Bakir İntiharlar, Jeffrey Eugenides



… ufak tefek bedeninden olgun bir kadının ağır kokusu yayılıyordu; onun o huzurlu halini gören sağlık görevlileri büyülenmiş gibi oldukları yerde kalakalmışlardı. S. 1-2

Çenesini hafifçe tutup, “Senin burada ne işin var tatlım?” dedi. “Hayatın ne kadar kötüleşebileceğini bilecek yaşta değilsin.”

Cecilia herhalde intihar notu olarak değerlendirilebilecek tek şeyi o zaman söyledi, kurtarıldığı için çok bir önemi kalmış olmasa da, “Hiç on üç yaşında bir kız olmadığınız anlaşılıyor doktor,” dedi.”  S. 5
 
“Bu kötü toplumun bir başka kötülüğü daha işte,” dedi bize. “Onların Tanrı'yla ilişkisi yoktu.” Ona Bakire Meryem'in plastik kaplı resmini hatırlattığımızda, “Taşıması gereken İsa'nın resmiydi,” diye itiraz etti. S. 16

Dominic birkaç sözcükten ibaret İngilizcesiyle beyzbol ya da okul servisi muhabbetlerimize katılmıyordu, ama her fırsatta başını yukarı kaldırıp, gözlük camlarında gökyüzü yansırken “Onu seviyorum,” derdi. Bu kelimeleri tekrarlamak ona eşsiz bir zevk veriyor gibiydi, sanki ağzını açtığında inci döküyordu. S. 18

Umutsuzluğunu ve aşkına verdiği değeri kanıtlamak uğruna akrabalarının evinin damına çıkıp kendini aşağı attı. … Bir yeri incinmemişti. Düştükten sonra ayağa kalktı, aşkını kanıtlamıştı. Onu seyredenlerin bazılarına göre sokağın aşağısındaki Cecilia Lisbon’ın da aşkını kazanmıştı. S. 18

Raporda,  “Yaralarının ciddiyetine rağmen hastanın gerçekten ölmek istediğini sanmıyorum,” yazıyordu. “Onunki daha çok bir yardım çığlığına benziyor.” S. 20

Cecilia’nın sonunda başardığını, ikinci denemesinde kendini bu dünyadan kopardığını anlamıştık. S. 29

“Ölümcül bir günah olan intihar, bir niyet meselesidir. O kızların kalbinden tam olarak ne geçtiği meçhul. Gerçekte ne yapmak istediklerini kim bilebilir?” s. 37

Bazılarımız ona âşık bile olmuş ama bunu kendimize saklamıştık, çünkü onun kız kardeşlerin en tuhafı olduğunu biliyorduk. S. 39

El yazısını analiz ettikten sonra, “Duygusal dengesizlik,” dedi. “Şu i harflerinin noktalarına bakar mısınız, hepsi ayrı yana savrulmuş. Kısaca şunu söyleyebiliriz, burada gördüğümüz kadarıyla tam bir hayalperest. Gerçekle bağı kopmuş biri. Büyük olasılıkla aşağı atlarken uçabileceğini ummuştur.” S. 41

Kız olmanın bir anlamda tutsaklık olduğunu ama bu tutsaklığın insanın aklını çalıştırıp hayal dünyasını genişlettiğini hissediyorduk; hangi rengin hangisiyle uyumlu olacağını ancak bir kız kendiliğinden seçebilirdi. Aslında kızlar bizim ikizlerimizdi, hepimiz aynı posta sahip hayvanlar gibiydik şu evrende ve bizimle ilgili hemen her şeyi bilmelerine karşın onlar bizim için birer soru işaretiydi. Sonunda şunu açık olarak kavramıştık: Kızlar kılık değiştirmiş kadınlardı, aşkı da ölümü de anlıyorlardı; bizim görevimizse, onları büyülüyormuş gibi görünen sesler çıkarmaktı. S. 43

Walt Whindam’dan bir dize eklemişti kartına, bu dizeyi birbirimize tekrarlayıp durduk: “Her şey yürür, ileriye ve dışarıya doğru, hiçbir şey çöküp gitmez / ve ölmek belki de hepimizin düşündüğünden başkadır, belki de ölen daha şanslıdır.” S. 50

Chase Buell, Lisbon'ların kapısının altından atmadan önce annesinin yazdığı karta bakmış ve şunları okumuştu: “Neler hissettiğinizi bilmiyorum. Biliyormuş gibi yapmaya da kalkışmayacağım.” S. 50

O anda Bay Lisbon kızını tanımadığını düşündü; çocuklar birlikte yaşamayı kabul ettiğiniz yabancılardı. S. 61

Böyle basit, insani ve duyarlı hareketler hayatı bir arada tutan unsurlardı. S. 61

“Pencere hâlâ açıktı,” dedi Bay Lisbon. “Onu kapatmayı hiçbirimiz düşünememiştik herhalde. Yapmam gerekeni biliyordum. Pencereyi derhal kapamalıydım yoksa sonsuza kadar oradan aşağı atlamaya devam edecekti.” S. 63

Sanki yeraltına gitmiş, ölümü görüp için için ağlayarak geri gelmişlerdi. S. 67

“Sanki her bir saniye sonsuzdu.” S. 79

“Dönen dünyanın tek hareketsiz noktasıydı o.” S. 79

Sonradan yaşamış olduğu bütün aşklardan daha gerçekti, çünkü gerçekle sınanması gerekmemişti ve aynı aşk, yakışıklılığını ve sağlığını yitirmiş halde çöldeyken bile hâlâ aklını kurcalıyordu. “Neden, nasıl bilinmez,” dedi, “bir bebeğin yüzü, bir kedinin tasması, herhangi bir şey bana onu hatırlatıverir.” S. 79-80

“Keder ve matem doğaldır. Bir şeyin üstesinden gelmek bir karar meselesidir.” S. 105

Lux yol boyunca radyoda en sevdiği şarkıyı arayıp durdu. “Çok sinir,” dedi, “bir yerde çaldığını biliyorsun ama bir türlü denk gelmiyor.” S. 125

“Konuşmanın da susmanın da bir sırası vardır.” S. 131

“Biz yalnızca yaşamak istiyoruz. Eğer izin verilirse.” S. 133

Saatler artık sadece, her nedense, “zaman” diye bir şeyin gelip geçtiğini gösteren anlamsız birer plastik parçasıydı. S. 159

Kokuda aynı zamanda tatlımsı bir rahiya da vardı; ölü bir şeye ait olamazdı. Koku hayatla ilgili bir şeye ait olmalıydı. S. 166

Yorgun dünyamız bize yarım yamalak mevsimler sunuyor. S. 168

Yara izi kalbin de dizin de üzerinde olabilir. Farkını bilemiyoruz. S. 172

Daima ölmek istemesine rağmen merdivenden aşağı inerken çerçevesiz gözlüklerinin arkasındaki gözleri endişeyle açılır, düşmemek için trabzana sıkıca yapışırdı. S. 176

… dünyanın yıllardır ölmekte olduğunu biliyordu. Sonunda onu şaşırtan ölüm değil, hayatın inadı oldu. S. 176

“Biz Yunanlar karamsar insanlarız, intiharı anlarız. Ama intihar eden kızının ardından yılbaşı ışıkları asmak... İşte bunu anlamamız imkânsız. Yia yia'm Amerika'da neden herkesin sürekli mutluymuş gibi davrandığını bir türlü anlayamıyor.” S. 176

Kış, alkolizm ve umutsuzluk mevsimidir. S. 176

“Bu karanlıkta mutlaka bir aydınlık olacak.” S. 194

Koşarak içeri gittiler ve Mary’nin hayatını kurtardılar. En azından bir süreliğine. Buna değecekmiş gibi. Teknik olarak Mary bir aydan fazla yaşadı ama herkes bunun yaşamak olmadığında hemfikirdi. S. 221

“Kapitalist sistem maddi anlamda zenginleştirir, fakat manevi anlamda gerçek bir soygun sistemidir.” S. 233

“Bilgeliğin sonu tutarsızlıktır.” S. 249

Bütün bunlar, rüzgârın peşinde koşmaktı. İntiharların özünde keder ya da gizem değil, müthiş bir bencillik vardı. Kızlar hayatlarıyla ilgili kararı Tanrı'nın ellerine bırakmamış, kendileri vermişti. Aramızda yaşayamayacak kadar güçlüydüler, kendilerine düşkünlerdi, her şeyi çok iyi görüyorlardı, aynı zamanda da kördüler. Onlar için hayat, doğal ölümü daima yenen hayat değil, sıradan bir günlük ayrıntılar listesiydi: Duvarda tıkırdayan saat, öğle zamanı loş bir salon ve akıl almaz bir şekilde sadece ve sadece kendini düşünen bir insan. Beyni acı, bireysel incinme ve kaybolan hayaller dışında her şeye kapalı olan bir insan. S. 250

... yalnızlık ölümden bile derin. S. 251


Bu blogdaki popüler yayınlar

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali

"... İnsanlara ne kadar muhtaç olursam, onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu..." S: 11 Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir! Niçin bunu anlamakta bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz? S: 38 Dünyada bana hiçbir şey bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir. S: 73 Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim. Bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim. S: 73 "Hayatımda hiç bu kadar mesut olduğumu, içimin bu kadar genişlediğini hatır

Kinyas ve Kayra II, Hakan Günday

  Benim adım Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor... Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. Benim adım Neron. Geceleri, çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo'da doğdum. İki zenciye üç gram kokain karşılığında bileklerimi kestirttim. Sabah uyandığımda okyanus beni yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyorum. David Bowie'yi rüyamda gördüm. Sabah bir gözüm yoktu. Şiir yazdım. Tam üç tane. Birini rendeleyip makarna sosuma kattım. Diğerini yakıp küllerini kum saatine koydum. Biraz zaman kazandım böylece. Sonuncusunu ise şimdi yazdım. İşte geliyor: Sözlerimin sonunu duymadığın zaman.  Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman.  Değiştiriyorum son kelimelerimi.  Değiştiriyorum sonumu.             Kendimi ölümsüz olarak gö

Kardeşini Doğurmak, Büşra Sanay

Çocuk çocuktur, masumdur, paktır. Çocukluğunu yaşamalıdır. Çekin kirli ellerinizi, düşüncelerinizi onların üzerinden. s. 9 “Biliyorum ki duyarlı insanların sayısı hiç de az değil ama yeterli de değil; daha fazlasına ihtiyaç var.” s. 18 Eski toplumlarda anne hamileyse ve bi­ri erkek biri kız, ikiz bebek doğurmuşsa öldürülüyorlardı; çünkü anne karnında cinsel ilişkiye girdikleri düşünülüyordu! s. 19 Çocuklar ölüyor üstat. İnsanlar ise her şeyi meşrulaştırıyorlar. s. 24 Benden gitmeyeceğine inandığım insanlar oldu. Çok yanıldım. Sen yanıldın mı böyle hiç? Sırtımı insanlara dayayamayacağımı öğretti insanlar bana. s. 25 Bu toplum tecavüz eden adamın tecavüz ettiği kadınla evlenip mutlu olduğuna inanan bir toplum. s. 32 Şiddetin seslerine tepkisiz kalan komşular müzik sesine tepki gösterirler. s. 35 “Toplumsal cinsiyet eşitliğinde sınıfta kalmış bir top­lumuz, hikâyemiz bu ve Türkiye’nin iyi bir TERAPİYE ihtiyacı var.” s. 37 Kendi evinin içindeki in­sana güvenmeyeceksin de kime güveneceksin