Ana içeriğe atla

Hawthorn ile Child, Keith Ridgway

Bütün gün hikâyeler okuyorum. Bütün hafta. Okuyorum. Dinliyorum. Hikâyeler, konular ve kurgular dinliyorum. Karakterleri elimde tartıyorum, meyve seçer gibi. Ağzımı büzüp, kafamı eğip tavsiyeler veriyorum. Şöyle yapsan hikâye daha anlamlı olurdu. Hikâye daha inanılır, karakterler daha cana yakın olurdu, hikâye daha iyi akar, eğer şunu şunu yapsan açık kalan yerleri de birleştirmiş olursun. Ve onlar da beni dinliyorlar. Ve insanlar da sonra bunları okuyor. İnsanlar gerçekten hayatlarının içinde bunları okuyorlar. Sayfalar numaralanmış ve numaralar ardışık.

Orada beni gören olmadı. Yakalanmadım.
Zaman uzayabilir ama asla kırılmaz. Asla kırılmaz.
Benim dairemde açık kirişler ya da kancalar yok. İp var ama. İpim var. Hiç kullanılmamış. Gardırobumun üzerinde toplanmış bir şekilde duruyor. Kendimi hiç bu kadar kızgın hissetmemiştim. Hiç bu kadar kızgın ve soğuk olmamıştım.
Bir bardak Highland Park dolduruyorum. Trainer’ı düşünüyorum. Onu merak ediyorum. Hayatını mahvetti. Ama bu onu yargılamak olur diye düşünüyorum ve parkı seyretmeye başlıyorum. Çıplak bir halde koltuğuma oturuyorum ve sislerin ardındaki çimleri, ağaçların üzerindeki soğuk ışıkları ve santim santim hareket eden, sallanan şeylerin canlı gölgelerine bakıyorum.
Bir şeyi bilmek onu sonlandırır. Öldürür. Sönüp gider, hakkında karar verilmiştir, bitmiştir ve unutulacaktır. Bizi ayakta tutan bilememektir. Yoksa Trainer’dan bana ne? Bir entrikaya benzeyen beş para etmez hikâye taslağı neden umrumda olsun? Değil zaten. Tek yaptığım şey kendi yanlış anlamalarımı diğerlerinkileriyle kıyaslamak. Tek yaptığım keşke ben, ben olmasaydım demek. Aslında tek yaptığım şey başkalarının hikâyelerini dinlemeyi bıraktığımda benimle ilgili anlatılabilecek hikâyeyi oluşturmuş olmak.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali

"... İnsanlara ne kadar muhtaç olursam, onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu..." S: 11 Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir! Niçin bunu anlamakta bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz? S: 38 Dünyada bana hiçbir şey bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir. S: 73 Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim. Bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim. S: 73 "Hayatımda hiç bu kadar mesut olduğumu, içimin bu kadar genişlediğini hatır

Kinyas ve Kayra II, Hakan Günday

  Benim adım Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor... Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. Benim adım Neron. Geceleri, çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo'da doğdum. İki zenciye üç gram kokain karşılığında bileklerimi kestirttim. Sabah uyandığımda okyanus beni yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyorum. David Bowie'yi rüyamda gördüm. Sabah bir gözüm yoktu. Şiir yazdım. Tam üç tane. Birini rendeleyip makarna sosuma kattım. Diğerini yakıp küllerini kum saatine koydum. Biraz zaman kazandım böylece. Sonuncusunu ise şimdi yazdım. İşte geliyor: Sözlerimin sonunu duymadığın zaman.  Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman.  Değiştiriyorum son kelimelerimi.  Değiştiriyorum sonumu.             Kendimi ölümsüz olarak gö

Kardeşini Doğurmak, Büşra Sanay

Çocuk çocuktur, masumdur, paktır. Çocukluğunu yaşamalıdır. Çekin kirli ellerinizi, düşüncelerinizi onların üzerinden. s. 9 “Biliyorum ki duyarlı insanların sayısı hiç de az değil ama yeterli de değil; daha fazlasına ihtiyaç var.” s. 18 Eski toplumlarda anne hamileyse ve bi­ri erkek biri kız, ikiz bebek doğurmuşsa öldürülüyorlardı; çünkü anne karnında cinsel ilişkiye girdikleri düşünülüyordu! s. 19 Çocuklar ölüyor üstat. İnsanlar ise her şeyi meşrulaştırıyorlar. s. 24 Benden gitmeyeceğine inandığım insanlar oldu. Çok yanıldım. Sen yanıldın mı böyle hiç? Sırtımı insanlara dayayamayacağımı öğretti insanlar bana. s. 25 Bu toplum tecavüz eden adamın tecavüz ettiği kadınla evlenip mutlu olduğuna inanan bir toplum. s. 32 Şiddetin seslerine tepkisiz kalan komşular müzik sesine tepki gösterirler. s. 35 “Toplumsal cinsiyet eşitliğinde sınıfta kalmış bir top­lumuz, hikâyemiz bu ve Türkiye’nin iyi bir TERAPİYE ihtiyacı var.” s. 37 Kendi evinin içindeki in­sana güvenmeyeceksin de kime güveneceksin