Felaketzedeler Evi, Guillermo Rosales

Dışarıda bakımevi diyorlardı oraya; ama mezarım olacağını biliyordum ben. Hayattan umudunu kesmiş insanların sığındığı, kıyıda köşede kalmış barınaklardan biriydi. Kaçıklar çoğunluktaydı. Yapayalnız ölsünler, kazananların başına bela olmasınlar diye aileleri tarafından bırakılan yaşlılar da vardı.
Son model Chevrolet’sinin direksiyonuna kurulmuş olan halam, “Burası iyi gelecek sana,” diyor. “Göreceksin; bundan iyisi can sağlığı.”
Görüyorum. Dengini sırtlamış, kir pas içinde, park köşelerinde, bankların üzerinde gecelemek zorunda kalmadığım için, bana bu mezbeleyi bularak hayatımı sürdürmemi sağladığı için neredeyse teşekkür edeceğim.
“Bundan iyisi can sağlığı.”
Görüyorum. Altı ay önce Küba adasının kültüründen, müziğinden, edebiyatından, televizyonundan, spor faaliyetlerinden, tarihinden ve felsefesinden kaçarak kapağı attığım Miami’de kapılandığım deliler koğuşu sayısı üçün üzerinde olmalı. Siyasi sürgün değilim. Topyekûn sürgünüm. Başka bir yerde, sözgelimi Brezilya, İspanya, Venezüella veya İskandinavya’da doğmuş olsaydım oranın sokaklarından, limanlarından ve çayırlarından da kaçıyor olurdum diye düşünüyorum bazen.
“Burası iyi gelecek sana,” diyor halam.
Ona bakıyorum. Zalimce bana bakıyor. Merhametten eser yok sert bakışlarında. Gözlerimizi çekiyoruz birbirimizden. “Bakımevi”ymiş! Hayatın süprüntüsünün tıkıştırıldığı evlerden biri. Gözleri bomboş bakan, yanaklarının eti çekilmiş, ağzında diş kalmamış, vücudu kirli varlıklar. Herhalde yalnız burada, Amerika’da vardır bu tür yerler. Yalnızca evin adıyla anıldığı da oluyor. Devlete bağlı değil, özel teşebbüse ait. Devletten ruhsat alan ve yardımcı tababet kursuna katılan herkes açabiliyor.
“Bu da diğerleri gibi bir iş,” diye açıklıyor halam. “Cenaze levazımatçılığı, gözlükçülük, butikçilik gibi. Üç yüz pezo ödeyeceksin buraya.”

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kinyas ve Kayra II, Hakan Günday

Yaşamak, Yu Hua

Uzun Hikâye, Mustafa Kutlu